26 Aralık 2021 Pazar

 

Benim Sevgili, Maceracı Arkadaşım

O sıralar en maceracı arkadaşım oydu. Okulun yıldız voleybol takımı seçmelerine birlikte katılıyor, benzer arayışlara giriyorduk. Lise birde tanışmıştık, hâlâ “tanışıyoruz”. Ta o zamanlar sevmişti Gül’ü. Ben onun gibi değildim, bir engel çıkarsa uğraşmıyordum; o ise dere tepe demeyip mücadele ediyordu.

Gül’ün köyü, bizim düşünce yapımıza pek uygun değildi. Arkadaşım, kimi hafta sonları onu köyünde görmek, belki kendisini de orada göstermek istiyordu. Benim için o zamanlar böylesi girişimler gereksiz miydi, hayalcilik miydi bilemiyorum. Ne gerek vardı böyle şeylere diye düşünüyor olmalıydım. Devrim yapmakla meşguldüm. Kızlarla çok ciddi şeyler düşünemiyordum.

Bir gün, Gül’ün komşu köyündeydik; sınıf arkadaşımı ziyarete gitmiştik. Maceracı arkadaşımın sevgilisi Gül’ün köyü, yürüme uzaklığındaydı. Hadi oraya gidelim dedi arkadaşım. Belki de buralara gerçek geliş nedenimiz buydu.

İki köy arasında dümdüz bir demiryolu uzanıyordu. Uzaklık üç kilometre civarında olmalı. Demiryolunu izleyerek köye gittik, arkadaşım, Gül’ü gördü; dönüyoruz. Biz köyün “karşı takım”ından tepki beklerken yarı yolda “bizim takım”dan sayılabilecek gençlerle uğraşmak zorunda kalıp kimi “tanıdık adlar” vererek kazasız belasız önceki köyümüze dönebilmiştik.

Gençlik işte… Yolda boş durmamıştık. Demiryolunun iki yanında kocaman balkabakları vardı. Bunlardan bir tanesini koparıp üzerine “Yaşasın Sosyalizm” yazarak demiryolunun ortasına koymuştuk. Makinistler okusun diye… Dağa taşa, okula, fabrikaya, sokaklara, sıralara her yere yazıyorduk bu isteğimizi…

Lise ikinci sınıfın yaz dinlencesinde boş durmayıp “işçi sınıfı”na katılmış, hem biraz para kazanmış hem de işçilere yakınlaşmıştık. Bu işi bulmamızda arkadaşımın babasının da yardımı olmuştu. Biz orada da yazı yazmaktan vazgeçmemiştik. İşimizle ilgili fazla bilgi vermeyeyim, bir köyde, köy öğretmeninin bahçesine “biz”i yansıtan bir slogan yazdığımız için hemen tanınmış, arkadaşın babasından fırça yemiştik.

En son sloganımız, en keskiniydi: “Alibeyli faşistlere mezar olacak!” diye yazmıştık bir kanalete, yanmış odun uçlarının karasıyla. O köyde bizim liseden keskin bir faşist çocuk vardı, amacımız onu kudurtmaktı. Amacımıza ulaşmış olmalıydık, bir daha bizi o köye götürmediler.

Arkadaşımın bu ilişkisi liseyi bitirdiğimizde daha bitmemişti. Gül, üniversiteyi bir yetenek sınavıyla kazanmıştı. Arkadaşım da onunla aynı sınava hazırlanmış ama başarılı olamamıştı. Bir yıl sonra arkadaşım “daha yüksek puanlı” bir okula girmeye hak kazandı. İkisinin de okulları uzaktı artık. 12 Eylül’ün tuhaf yasakları vardı. Ben Gül’le aynı okuldaydım, bir gün arkadaşım bizim okula girmeye çalışıyor, kapıdaki polis izin vermiyor, arkadaşım olayın peşini bırakmıyor: “Beni içeri almadığına dair bir belge ver.” diyor. O sıralar pek özgür değildik, (ne yazık ki ülkemizde hep bunu gördük) polis, vermiyorum, nereye gidersen git, diyor. O yıllarda polise böyle konuşmak kolay değildi, belirteyim.

Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur gençler, unutmayın. Ben böyle atasözlerinin değerini “ata” olunca anladım, siz böyle yapmayın bence, zamandan kazanırsınız. Arkadaşımla Gül’ün durumu da böyle oldu, bir süre sonra çözüldüler, herkes başka ilişkiler buldu. “Eskisi” bitsin diye bahaneler bulundu.

Biz ne mi yapıyoruz? Gördüğünüz gibi hâlâ yazıyoruz. Bilmiyorsunuz ama arkadaşım da yazıyor “ciddi ciddi”…

(Gerçek “özel adlar” -anlayacağınız nedenlerle- değiştirilmiştir.)



0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa