Babamın Kalemleri
Babam, kalemlerini çok severdi. Sanırım, çocukluğunda güzel kalemleri olmamıştı. Onun anlayışına göre güzel ve uygun fiyatlı kalemler bu son döneme denk gelmişti. Bence, bilgisayar, cep telefonu gibi buluşların çok yaygın bir biçimde kullanılması da kalem fiyatlarını düşürmüştü.
Babam, bu kalem merakının, hevesinin, giderek tutkusunun ev ekonomisini etkilememesi için, banka ve marketlerin kampanyalarını düzenli bir biçimde izler olmuştu. Çünkü beğendiği kalemleri, satış sitelerinde sürekli izliyor, fiyatını kendince uygun bulduğunda eve sipariş ediyordu. Bankaların verdiği puanlarla ve market indirimlerinden elde ettiği puanlarla bu kalem alışverişini denk getirmeye çalışıyordu. Ona sorarsanız, bu kalemleri bedavaya ya da çok ucuza getiriyordu. Anneme sorarsanız, gereksiz alışverişlerinden biriydi babamın.
Zaten anneme göre, babamın bütün alışverişleri gereksizdi. Babam, ucuzluk ve indirim zamanlarında diş macunu, diş fırçası, ağız suyu, şampuan, duş jeli, krem, deterjan, pamuk, kâğıt havlu… gibi dayanıklı tüketim maddelerini stokluyordu. Öyle ki kimi ürünler birkaç yıl yetecek miktardaydı. İlk bakışta gereksiz masraf gibi görünen bu durum, ülkemizde enflasyon yükseldikçe mantıklı bir duruma dönüşmüştü. Çünkü bu mallardaki fiyat artışları bizi hiç etkilemiyordu. Bu ürünlerdeki enflasyon bize çok geç yansıyordu. Bu ürünlerin bir bölümü sanal market alışverişi biçimindeydi, yakın marketlerden geliyordu. Dolayısıyla içinde peynir, börek, yoğurt, döner gibi daha güncel ürünler oluyordu. Asıl sorun, tek kalem getiren kargocuların gelmesiydi. Zavallı babam, annem kızmasın diye kırk takla atardı. Kitap daha “masum” bir alışveriş sayıldığı için, babamın pek çok kalemi eve “kitap” diye girmişti; bir bölümü mürekkep kartuşu, bir bölümüyse bitkisel ilaç diye…
Babam, kargonun kalem getireceğini bilir, kargo aracını kâh internetten kâh evin yola bakan penceresinden izlerdi. Bunu yaparken en önemli amacı, kargocunun zile basmadan sessizce kalemi teslim etmesini sağlamaktı.
Babam, kalem kargosunu alınca bir süre ortadan kaybolurdu. Bir kez tesadüfen gördüm: Babam, annemden gizli bir köşede kargoyu açıyor, kalemin sağlam gelip gelmediğini denetliyordu. Her şey yolunda ise ve gelen kalem dolmakalem ise, mürekkeple ya da kartuşla kalemin nasıl yazdığını inceliyordu.
Babam, bu kalem alma işine kendini iyice kaptırmıştı. Günde birkaç saat, bilgisayar başında kalem inceliyordu. Ülkemize dışarıdan az sayıda getirilen kalemlerden de aldığı oluyordu ancak bu kalemler daha pahalıydı. Benimle paylaştığı bilgilere bakılırsa bu tür kalemleri çok az alıyordu. Onun, kalem konusunda en sevdiği ülke Çin’di. Çünkü kalitesine göre, fiyatı en uygun olan ürünleri Çin yapıyormuş. Gerçekten de babamın kalemlerinin çoğu Çin malıydı. Babam, Çin malı kalemler uğruna Çinli bir kadınla bile evlenebilirdi!
Ben, dolmakalemden hoşlanmazdım. Bana göre, tükenmez ve roller kalemlerden sonra dolmakalem “çağdışı” bir konuma düşmüştü. Babamsa hâlâ mürekkep şişeleriyle uğraşıyor, ellerini kirletiyor, mürekkebi kuruyan kalemlerini açmak için bardağa koyduğu ılık sulara kalem batırmakla uğraşıyordu. Kalemlerin her yerini merakla inceliyor, her birini sevgi dolu gözlerle izliyordu.
Bu kalem seviciliğine denk geldiğim kimi zamanlarda bana kalemlerden söz etmek isterdi. Doğrusu bu konu pek ilgimi çekmezdi. Ama bir seferinde yaptığı “modifiye” ilgimi çekmişti: Aynı tipte ve markadaki iki tükenmez kalemi çaprazlama birleştirmişti. Lacivert tükenmez ile krom tükenmezden, altı krom-üstü lacivert bir kalem ile altı lacivert-üstü krom bir kalem yapmıştı. Doğrusu bu değişimi ben de onaylamıştım, böylesi daha güzel olmuştu.
Babam neden kalemlere bu kadar takmıştı? Bu yalnızca, eskiden istediği kalemlere sahip olamamaktan mı kaynaklanıyordu? Annem neden babamın aldığı her şeye kızıyordu? Kalemler neyse de annem, babamın aldığı havuçlara, çay bardaklarına hatta ekmeğe bile kızıyordu. Ekmeğe neden kızıyordu çünkü sabaha bayat ekmek istemiyordu. Babamsa sabah erkenden ekmek almakla uğraşmak istemiyordu.
Anladığım kadarıyla babamla annem geçinemiyordu. Artık, nedense, aşkla başlayan ilişkileri otuz yılın sonlarına doğru çatırdamaya başlamıştı. Kalem, ekmek, havuç… tartışmaları bu durumun bir yansımasıydı.
Zaten yoktan yere gibi görünen bu tartışmalara bir gün nokta kondu: Babam evi terk etti. Dolmakalemlerinin hepsini götüren babam, krom-lacivert tükenmez kalemlerin birini “oğluma” notuyla -iki yıla yakındır yalnız yattığı- yatağının yanındaki komodine bırakmıştı.
Babam, kendisine karşı hiçbir sabrı, saygısı, sevgisi kalmayan annemin yerine kalemlerden sevgililer yaratmıştı!