Mahallemizde Büyürken
On bir yaşıma dek yaşadığım sokağımızda, o zamanlar evler genellikle tek katlıydı. Sanırım çoğu küçük sayılabilecek türdeydi. Evlerin içinde eğlenebilecek şeyler çok olmasa gerekti. Bu yüzden olmalı, yazın insanlar kapı önlerinde otururlardı. Kışınsa komşu ve akraba ziyaretleri yaygındı.
Uzun kış gecelerinde, gittiğimiz evlerde biz çocuklar ayrı bir odada oynardık. Apartman katında olmadığımız için özgürce koşturup tepişebilirdik. Bize sundukları su katılarak ılıklaştırılmış çaya “paşa çayı” derlerdi büyükler. Çaya bisküvi doldurup sonra bu karışımı kaşıklamak ya da çayı, çay tabağına dökerek oradan içmek gibi “değişiklikler” de yapıyorduk.
Bu kış geceleri ne kadar da uzun gelirdi bize. Oynamaktan yorulup sıcak sobanın yakınında uyuyakalırdık. Konukluktan eve dönmek, yol uzunsa, biraz güçtü. Yürüyerek bir saati bulan ziyaret evleri olurdu. Uyuyan ya da uyuklayan küçükleri ağabey ya da ablalar sırtlanırdı. Ben de zamanla önce taşındım sonra taşıdım. Sobalı odadan soğuk kış gecesine çıkmak hiç de keyifli olmazdı. Uyku derin değilse çocuk ürperir ve uyanırdı. Buna karşın kimi kez uyandığını belli etmeden sırtta gitmeyi yeğlerdi.
Bu konukluklarda büyükler kimbilir neler konuşurlardı? Kulağıma çalınan şeylerin özeti “insanlık halleri”ydi. Herkes kendi derdini dile getirirdi. Bir tür “grup terapisi”ymiş gerçekte. İki ev ötemizdeki komşumuz Yüksel ablanın Edirne’deki annesi zaman zaman onlarda kalırdı. Annemlerle dertleştikleri bir gün söylediği şu sözü hiç unutamadım: “Anlatma derdini, derdim sker geçer derdini!”
***
Böyle unutulmaz sözler eden çok ilginç kadınlar tanıdım. Bunlardan biri de “arkadaşımın annesi”ydi. Erkek çocuklar büyürken bir “kıl merakı” vardır. Ortaokul döneminde beden eğitimi dersi için sınıfta üstümüzü değiştirirken kimin bacakları daha “kıllı” geyiklerini anımsıyorum. Bir erkek çocuğun yaşıtlarına göre belirgin bir “kıllanması” yoksa alay konusu oluyordu. Tahmin edileceği gibi kızlara benzetme, hatta adının önüne “kız” sıfatını koyma gibi durumlar…
Lise dönemindeyse bir “sakal hevesi” vardır. Yine yaşıtlarına göre sakalı belirginleşmeyen, sakal tıraşına başlamayana en azından “parlak” gibi bir sıfat yakıştırılırdı. Ama bir annenin, yukarıda söz ettiğim “arkadaşımın annesi”nin, sakalı çıkmayan oğluna söylediği şu söz, sanırım tarihe geçecek gariplikteydi: “Oğlum bak, arkadaşının sakalı var, senin sakalın niye çıkmıyor? İbne misin?”
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa