26 Aralık 2021 Pazar

 

Güzel İnsandı…

Ankara’ya ilk kez on dokuz yaşında gelmiştim. Kasım ayının başlarıydı ve Ege’den soğuk olduğunu anlamıştım hemen. Bize kasımda bir ceket yetiyordu.

O zamanlar Ankara “öğrenci ve memur kenti”ydi. Ben de bunu görmek için gelmiştim biraz da. İzmir istediğimce “aydın ve okuyan, sosyalistlerin çok olduğu bir yer” gibi gelmiyordu bana. Anlatılanlara göre,  Ankara daha “ileri” görünüyordu. Nitekim ilk gördüğüm, kitapçı tezgâhlarında klasik sol yayınlardı, İzmir’de artık olmayan. Yıl, 1982 idi. Arkadaşlar, bu kitapları alanların az ileride polisçe çevrildiğini ya da izlendiğini söylüyordu. Bu kitapların “yüzünü” bile görmek bir şeydi bana kalırsa. İzmir’de bu da yoktu.

Birkaç gün öğrenci evlerinde kalıp tiyatro, kitap evi gezdiğim bu kente sekiz yıl sonra öğretmen olarak gelecektim. On yılda ne çok öğrenci, ne çok arkadaş, ne çok anı yer alacaktı belleğimde. Gençlik, enerji, mücadele, heves, umut dolu o yıllar…

“Onu” o zamanlar tanımıştım, bir mücadele içinde. Biraz daha ilerleyince arkadaşlığımız, ortak bir arkadaşımızın bana daha önce “çok donanımlı, Troçkist” diye anlattığı kişi olduğunu anlamıştım. Birlikte çok yedik içtik, dertleştik, tartıştık. Zor zamanlarımda kendimi onun yanına attım. Ayrılmıştı eşinden, tek yaşıyordu. Kapısı ve yüreği her zaman açık olmuştu bana. Bir kez, ayrıldığı eşi gelmişti ziyaretine, ben de oradaydım. “Arkadaşımı üzmüşsün!” diye de sitem etmiştim yeni tanışmamıza karşın.

Onu okul yıllarından tanıyan ortak arkadaşlarımızın kimisi onun “cimriliğini” yüzüne söylerdi. Ses etmezdi ama ben onun parada ve dostlukta “cimri” olduğuna katılmazdım. Görmemiştim öyle bir şey, parayı harcarken dikkatliydi bence. Bu sözleri bir gülümsemeyle karşılar ve çay paralarını o verirdi.

Ben ondan önce ayrıldım Ankara’dan, birkaç yıl içinde pek çok kişi gibi o da geldi İzmir’e. Artık Türkiye’nin aydınlık yüzü, İzmir oluyordu. Ankara’nın eski aydınlığına kavuşması kimbilir “kaçıncı bahara kalıyordu?”

Burada Ankara’daki kadar görüşemedik onunla sanki. Neden böyle oldu bilemiyorum. O annesine bakmak zorundaydı, kardeşlerine kırgındı bu yüzden. Bakıcı kadına para konusundaki yaklaşımı, bana onun “cimri” olduğunu düşündürdü doğrusu. Burada farklı zevkleri oldu sanki, koptuk bir parça.

Eylemlerde karşılaştık birkaç kez. Birkaç kez okuluma yolu düştü ya da beni görmeye geldi. Onu dostça karşıladım, onun için müdürle kavga ettim.

Bir akşam, Ahmet Kaya’dan bir şey paylaştım “sosyal medya”da: “Kafama sıkar giderim.” Bana “Oldu mu ya?” dedi. “Ne oldu mu?” dedim. “Böyle demen yanlış.” gibisinden bir şeyler dedi.

Benim “kafama sıkacak” bir aletim yoktu, onun varmış…

 


 

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa